“Türk Ailelerin Sessizliği: Koruyucu Ailelik”

“Türk Ailelerin Sessizliği: Koruyucu Ailelik”


Oğlum sanıyorum henüz üçüncü sınıftaydı. Kendi sınıfında sevdiği bir arkadaşı vardı; çok konuşmazdı ama oğlumla aralarında güçlü bir bağ kurulmuştu belli ki. Bir sabah oğlum gözleri dolu döndü okuldan. “Bugün gelmedi” dedi. Ertesi gün yine yoktu. Oğlum artık her gün ondan bahseder olmuştu. Günler sonra sınıf öğretmeninden öğrendik olan biteni.

Küçük çocuğun hayatı bir anda altüst olmuştu. Annesiyle babası arasında yaşanan büyük bir tartışma sonrası baba cezaevine girmiş, anne ise kısa bir süre sonra hayatını kaybetmişti. Kardeşiyle beraber o sabah ellerinden tutulup çocuk bakım merkezlerine yerleştirilmişlerdi. Oğlumun arkadaşı, kendi sınıfından, mahallesinden koparılıp yabancısı olduğu bir mekâna gönderilmişti.

Oğlum günlerce toparlanamadı. Her gece aynı soruyla içimizi burktu: “Şimdi o nerede uyuyor baba?” … O gün anladım ki, oğlum için arzuladığım sıcaklığı, ihtiyacı olan çocuklara da taşıyabilirim. Belki tümüne değil ama en azından elimden gelene…

Yıllar geçti. Hayat devam etti. Ama o çocuğun hikâyesi hep içimde kaldı. Ben ona dokunamadım belki ama sonra fark ettim ki, onun gibi yüzlerce, binlerce çocuk var bu ülkede. Farklı milletlerden, farklı inançlardan gelen çocuklar… Alman, Türk, Suriyeli, İtalyan… Ama hepsinin yüreğinde ortak bir duygu var: yalnızlık.

O yalnızlığa bir ses olmanın, bir kapı aralamanın adı koruyucu aile olmak. Evlat edinmek değil bu. Bir çocuğun hayatına bir süreliğine eşlik etmek. Ona bir oda, bir masa, bir tabak, bir de sevgiyle bakacak gözler sunmak. Kendini yeniden güvende hissetmesine yardım etmek.

Geçenlerde izlediğim bir videoda, Almanya’da yaşayan bir Türk aile koruyucu aile olma serüvenini paylaşıyordu. Anne, “Biz ilk başta çok korktuk; becerebilir miyiz, bağlanır mıyız, sonra elimizden alınır mı… Ama o çocuğun bize öğrettiği her şey bu korkudan büyüktü” diyordu. O kadar tanıdık bir cümleydi ki… Bu hikâyeyi izlerken gözlerim oğlumun eski sınıf arkadaşına döndü. Belki o çocuğun hayatına dokunamadım, ama bir başkasının hayatına dokunan o ailenin cesareti bana da umut verdi.

“Bunca düşünce ve duygunun sonunda insanın kalbinde şu soru beliriyor: ‘Ben bir çocuğun hayatında fark yaratabilecek miyim?’” Sonra o meşhur sözü hatırlıyorum… Peygamberimiz, “Ben ve yetimi gözeten kimse cennette şöyle yan yana olacağız” demişti. Ve bunu söylerken iki parmağını yan yana getirerek göstermişti. İnsanın yüreği bir an duruyor. Bir çocuğun gözyaşını silmenin, onu korumanın, onunla ilgilenmenin, Allah katındaki değerini işte böyle sade ama güçlü bir cümle anlatıyor.

Üstelik bu, bizim geleneğimizde sadece güzel bir tavsiye değil, yaşanmış örneklerle sabit bir yol. Peygamber Efendimiz, henüz genç bir çocukken Zeyd bin Harise’yi yanına aldı, onu büyüttü, sevdi, korudu. Ama Zeyd, hep kendi soyuyla anıldı. Efendimiz onu evladı gibi sevdi ama kimliğini silmedi. Aynı şekilde, Hz. Ali… Daha küçük yaşta iken Efendimizin evine girmiş, onun yanında büyümüştü. Ama o hep “Ebu Talib’in oğlu Ali” olarak kaldı. Korumakla sahiplenmek arasındaki o ince çizgiyi İslam en güzel şekliyle çizmişti zaten. Yani bu yol, bizim inancımıza uzak değil; tam aksine, onun kalbinden çıkan bir yol.

Bu meselede güzel olan bir başka şey de şu: Yalnız değiliz. Camilerimizde zaman zaman bu konu hutbelerde anlatılıyor. “Bir çocuğun duasına vesile olun” deniyor. Türk konsoloslukları danışma merkezleri kurmuş durumda. Bilgilendirme toplantıları, yönlendirmeler, destekler yapılıyor. Yani devlet bu sorumluluğu sahiplenmiş. Ama hâlâ bir eksik var. Sanıyorum o da; Türk ailelerin bu konudaki duyarlılığı…

Resmî makamlara bu konuda bir Müslüman aile başvurduğunda hafif bir şaşkınlık yaşanıyor. Çünkü başvuru sayımız yok denecek kadar az. Oysa bizim inancımız, kültürümüz, aile yapımız bu konuda çok güçlü. Ama belki de yeterince bilmediğimiz, belki de cesaret edemediğimiz için geride kalıyoruz.

Üstelik mesele sadece bir çocuğa sıcak bir yuva sunmak da değil. Almanya’da bu şekilde birçok çocuk Türk ya da Müslüman köklerden geldiği halde kimliğini, dilini, inancını zamanla kaybetmek durumunda kalıyor. Bir Türk ailesi Koruyucu aile olduğunda, sadece bir ev vermiyor; aynı zamanda o çocuğun geçmişine tutunabileceği bir bağ, geleceğinde taşıyabileceği bir kimlik de sunuyor. Bazen bir çocuğun “merhaba” dediği dili değiştirmek, onun tüm dünyasını değiştiriyor.

Ben o gün oğlumun ağlayarak sorduğu “Baba, o çocuk şimdi nerede uyuyor?” sorusunun cevabını veremedim. Ama bugün başka bir çocuğun uykusunu koruyan bir el olmak mümkün. Ve biliyorum ki, bu çocukların uyuduğu odada sadece çocuk büyümez, insanın vicdanı da büyür.

Ekrem Şahin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunları da beğenebilirsin