Türkler Avrupa’da Kaç Nesil Sonra Asimile Olacak?

Türkler Avrupa’da Kaç Nesil Sonra Asimile Olacak?

Geçen gün bir dost meclisinde sohbet açıldı. Masadaki herkesin çocukları artık iş hayatında, kimisi 20, kimisi 30’lu yaşlarını sürüyor. Birimiz gururla “Oğlum mühendis oldu” dedi. Bir diğeri “Kızım hukuk fakültesinden mezun oldu, şimdi avukatlık yapıyor” diye ekledi. Sohbet boyunca gözlerimiz parladı, göğsümüz kabardı. Çünkü genç kuşaklarımız, Türklerin Almanya’da yıllardır verdiğimiz var olma mücadelesinin en somut başarı hikâyeleriydi.

Ama iş torunlara gelince yüzlerde aynı gururu göremedim. Birimiz içini çekerek “Ama torun benimle Türkçe konuşmuyor” dedi. Bir diğeri “Kızım eve gelince torun hep Almanca cevap veriyor” diye yakındı. İşte o an anladım: Büyük gururla okuttuğumuz çocuklarımız bugün mesleklerinde ne kadar başarılı olurlarsa olsun, onların evlerinde büyüyen yeni nesil artık Türkçe konuşamıyor.

Üçüncü Neslin Eşiğinde

Aslında bu tabloyu görmek için raporlara bakmaya bile gerek yok. 1980 ve 1990’lı yıllarda doğan kuşak —ister adına X kuşağı deyin ister Y kuşağı— anne babalarının yeterince Almanca bilmemesi sebebiyle evlerinde Türkçe konuşarak büyüdü. Dillerini koruyabildiler. Peki onların çocukları… Yani 2010 ve 2020 yılları arasında doğan nesil… Onlarla bugün “Merhaba, nasılsın?” dışında bir sohbet kurmak çoğu evde mümkün değil. Birkaç cümle sonra Almanca’ya dönüyor, Türkçe kopuyor.

Araştırmalar da bu gözlemi destekliyor. 2009’da yapılan bir araştırmada, Türk kökenli göçmenlerin ikinci kuşakta dil kullanım oranı 0 ile 1 değerleri arasında ölçülmüş ve ortalama 0.50 bulunmuş. Yani ikinci kuşak yarı yarıya Türkçe ve Almanca arasında bölünmüş durumda. Eğitim ve iş hayatına katılım arttıkça bu dengenin Almanca lehine kaydığı da vurgulanmış.

Benzer şekilde, Mikrozensus 2024 verilerine göre Almanya’da evde Türkçe konuşanların sayısı hâlâ 2,16 milyon civarında. Bu, güçlü bir nüfusa işaret ediyor ama aynı zamanda oran olarak her yıl daralan bir çevreyi de gösteriyor. Pew Research 2020 verileri ise hanelerin sadece %2’sinde Türkçenin baskın olduğunu, %90’ında Almanca’nın hâkim olduğunu ortaya koyuyor.

Mesele Yetişkinlerin İlgisizliği

Geçtiğimiz günlerde yeğenime takıldım. “Neden evde Türkçe konuşmuyorsun? Bak dilini kaybetme” dedim. Çocuk biraz utangaç sustu, cevap vermedi. Ama asıl tepki annesinden geldi. Kız kardeşim bana dönüp “ Türkçesinin senin gibi olmasını mı bekliyorsun?” diye çıkıştı.

O an anladım ki, mesele çocukların hevesi ya da kabiliyeti değil. Asıl mesele anne ve babaların neyi dert edindiği. Çünkü çocuklar evde ne konuşulursa onu öğreniyor. Eğer anne-baba için Türkçe sadece arada bir hatırlanan bir detaysa, çocuğun onu sahiplenmesi mümkün olmuyor.

Türkçe unutulunca sadece kelimeler gitmiyor. Dil, kültürün taşıyıcısı. Dil kaybolduğunda, anneannelerimizin anlattığı masallar da susuyor, babaannelerimizin söylediği ninniler de. Anadolu’nun efsaneleri, kahramanlık hikâyeleri, dedelerimizin “bir zamanlar” diye başlayan hatıraları bir daha geri gelmemek üzere kayboluyor. Çünkü bunlar başka bir dile çevrildiğinde bir şey ifade etmiyor.

Dil sadece iletişim aracı değil; millet olmanın harcı, kimliğin direği. Türkçe giderse, kök de kurur; kök kurursa dallar da meyve vermez.

Bugün evlerin içinde çocuklardan beklenen çok şey var. İngilizce öğrensin, futbolcu olsun, bir müzik aleti çalsın… Bunların her biri kıymetli ama bütün bu ilgi alanlarının arasında Türkçe kendine aynı ilgiyi bulamıyor. İşte tehlike tam da burada başlıyor.

Dil, evin mutfağında, salonunda, günlük sohbetinde yaşarsa kalıyor. Çocuğun suçu değil bu kayıp; sorumluluk anne ve babada. Onlar idrakinde ve şuurunda olmazsa, çocuk kendi başına Türkçe’yi tutamaz.

Çözüm, ilkokullarda haftada bir iki saat seçmeli olarak verilen ve çoğu Türk çocuğunun rağbet etmediği Türkçe dersleri de değil. Dil okulda öğrenilmez. Dil, hayatın içinde yaşanırsa duyguya, kimliğe ve aidiyete dönüşür. Anneyle sofrada, babayla parkta, dedeyle telefonda Türkçe konuşulursa kalır. Aksi halde birkaç saatlik ders, sadece formalite olur.

Tarih Tekerrür Mü Ediyor?

Geçmişe baktığımızda aslında bu tablo bize yabancı değil. Osmanlı hâkimiyetinde yüzyıllarca Türkçe konuşmuş, Türk kültürüyle yaşamış aileler vardı. Bugün Balkanlar’da, Kafkasya’da ya da Orta Asya’nın bazı bölgelerinde onların torunlarıyla karşılaştığınızda artık Türkçe konuşmadıklarını görüyorsunuz. Birkaç nesil içinde dil gitmiş, yerini Rusça, Çinçe, Sırpça, Yunanca ya da Bulgarca almış.

Dil kaybolunca kimlik de ve hatta dini değerlerde silikleşmiş. Soyadında, hatıralarında, belki dededen kalma birkaç kelimede Türk izleri kalmış ama günlük hayatta o bağ artık yok. Bu örnekler bize şunu gösteriyor: Dilini kaybeden topluluk, birkaç nesil içinde kültürel hafızasını da kaybediyor.

Bugün Almanya’daki durum da farklı değil. Eğer biz Türkçe’yi evin içinde yaşatmazsak, çocuklarımız birkaç kuşak sonra aynı tabloyu yaşayacak. Belki torunlarımız “benim dedem Türk’tü” diyecek ama tıpkı Balkanlar’daki ya da Kafkasya’daki örnekler gibi, bu cümle onların hayatında hiçbir şey ifade etmeyecek.

Sonuç açık: Gururla okuttuğumuz, doktor, mühendis, avukat olan gençlerimizin çocukları artık Türkçeyi kaybediyor. Dil gidince sadece kelimeler gitmiyor; kültür, aidiyet, dini duygular da silikleşiyor. Bugün torunlarımız sadece sorulduğunda “Ben Türk’üm” diyorsa, peki onların çocukları ne diyecek?

Ben size cevabını vereyim:
“Benim dedem Türk’müş, ama bana bir şey ifade etmiyor.”

Ekrem Şahin
İletişim ve Yönetim Uzmanı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunları da beğenebilirsin