Tatil değil, kültürel hafızayı kurtarma yolculuğuydu.
Yaz geldi mi Avrupa’dan Türkiye’ye doğru görünmeyen bir göç başlar. Tabela hâlâ Almanca ama sesler Türkçe. Havalimanında valiz kuyrukları, otobanlarda kilometrelerce konvoy… Adı “tatil” bu işin ama aslında bildiğin dönüş. Sadece memlekete değil; kelimelere, seslere, köklere dönüş. Bu yolculuk bir iç muhasebe aslında. Pasaportla sınır geçersin ama asıl geçiş kalbinin içinden olur. Çünkü insan bazen kendine ulaşmak için ana diliyle yeniden karşılaşmaya ihtiyaç duyar.
Bir Tatilin Sessiz Kazancı: Kelimeler
Tatil ne zaman başlar biliyor musunuz? Uçaktan inince valizi alırken değil… Büyükannenin “geldiniz mi yavrum?” deyişini duyduğun anda. O ses, havaalanındaki anonslardan daha güçlüdür. Çünkü o ses, bir dilin sıcaklığıdır.
Sokaktan duyulan “bir dakka bekle”, pazarda geçen “bu kaç lira abla?” … Hepsi çocuğun zihninde yer eder. O cümleler kitaplardan değil, hayatın içinden öğrenilir. Evde dedenin sessizce söylediği bir dua, babaannenin “aç mısın yavrum?” sorusu, teyzelerin sohbeti, akşam sofrasında dökülen deyimler… Bunların her biri bir dilin canlı parçalarıdır. Dil sadece konuşulan şey değildir. Dil yaşanır.
Türkçe Sadece Konuşularak Öğrenilmez
Avrupa’da birçok evde Türkçe konuşuluyor. Anne Türkçe söylüyor, baba Türkçe cevap veriyor, çocuk da az çok anlıyor. Ama işte sorun burada başlıyor: Anlıyor… ama düşünemiyor.
Evde konuşulan gündelik Türkçe yetmez. Çünkü “çöpü döktün mü?” ile büyüyen bir çocuk, “vicdan” kelimesiyle ne zaman tanışacak? “Merhamet” ne zaman diline, oradan da ruhuna işleyecek?
Dil dediğin şey sadece “konuşmak” değildir. Dil, insanın düşünce biçimini, duygularını, hatta değer yargılarını şekillendirir. Kelimen yoksa fikrin eksik olur. Duygunu anlatacak sözcük bulamıyorsan, hissin yarım kalır.
O yüzden çocukların Türkçe’yi sadece duyması değil, Türkçe ile düşünmesi gerekir. Ve bunu sağlayacak tek şey; tatilde duyduğu, yaşadığı, içine sindirdiği o zengin, canlı, sahici Türkçe’dir.
Dil Dediğin, Düşüncenin Kıyafeti
İnsan dili kadar düşünür. Bilmediğin bir kelimeyle düşünemezsin. Bir duygunun adını bilmiyorsan, onu fark edemezsin bile. Çünkü her dil, sadece kelimeler değil; kendi içinde bir düşünme biçimi taşır.
O yüzden bir çocuk, memlekette kendi adıyla seslenildiğinde sadece “duymaz” — aynı zamanda kim olduğunu hatırlar. Ve tatil boyunca öğrendiği her kelime, sadece anlam değil, bir bakış açısı da kazandırır. Kelimeler zihnin haritasıdır. Ve o harita Türkçe ile çiziliyorsa, o çocuk ait olduğu yeri unutmaz.
Peki Ya Dil Unutulursa?
Eğer bu yaşantı kaybolursa, eğer dil sadece evdeki üç beş kelimeye indirgenirse… O zaman Türkçemiz değil, bizim belleğimiz silinmeye başlar. Dil unutulursa, hikâyeler unutulur. Deyimler susar. Duygular eksik kalır. Ve belki de en kötüsü: Kendimize dair anlatacak söz bulamayız.
Yaz Biter, Dil Kalır
Tatil biter. Uçak kalkar. Ama insan dönerken yanında sadece hediyelik eşya değil, birkaç kelime, birkaç ses, birkaç cümle taşır. Ve inanın, o kelimeler öyle kolay kolay unutulmaz.
Çünkü bu yolculuk aslında sadece güneşe, denize değil; dile yapılan bir dönüş yolculuğudur. Ve biz hâlâ bağ kurmaya çalışan bir nesiliz. Tarihiyle, değerleriyle, gelenekleriyle, örf ve adetleriyle… Yani aslında özümüzle.