Avrupa’daki Türk Toplumu İçin Ortak Akıl Mümkün Mü?
Avrupa’da yaşayan Türklerin kendi gündemleri, arzuları ve yaşadıkları ülkelerden hatta Türkiye’den beklentileri var. Peki bu sesi duyan, kaydeden, araştıran ve raporlayan merkezlere ihtiyaç yok mu?
Babam 1967 yılında Almanya’ya çalışmaya gelmişti. O yıllarda gençti, umutluydu. Çalıştı, çabaladı, çocuklarını okutmaya gayret etti. Yıllar sonra Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan bir süre sonra, bir gün yanına gittim. Öğretmenimiz bize bir ödev vermişti. Ailemizde yurt dışında çalışmış ve Türkiye’ye dönmüş birini bulup onun hikâyesini yazmamız isteniyordu.
Akşam babamın yanına oturdum. “Baba, senin Almanya maceranı yazacağım. Öğretmen ödev verdi,” dedim. Bir an durdu… Düşüncelere daldı sanki. Sonra gülerek, ama biraz da içlenerek, “Benim hikâyem yazılmadı evladım,” dedi. Gittim, çalıştım ve döndüm.
O gün belki tam anlamadım ama bugün bir şeyi çok derinden kavrıyorum: Yazılmayan her hikâye unutuluyor. Anlatılmayan her ses, bir gün kayboluyor. Ve bir toplum, hikâyesini kendisi anlatmazsa başkalarının yazdığı hikayelerde sadece bir dipnot olarak kalıyor.
Bugün Avrupa’daki Türk toplumu olarak, işte tam da bu noktadayız. Köklü bir geçmişimiz, güçlü bir nüfusumuz, çalışkan bir yapımız var. Ama söz konusu fikir ve düşünce üretmek, Türk toplumunun yönelimleri analiz etmek, Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun hayal ettiği gelecek için strateji geliştirmek olduğunda, artık bu alanda sağlam bir çerçeve ortaya koymakla sorumlu olduğumuzu görüyoruz.
Elbette Türk toplumunu temsil eden birçok organizasyonumuz var. İş insanları dernekleri, dini kuruluşlar, yardım organizasyonları, şehir ve hatta kasaba bazında dayanışma ağlarımız var. Bunların her biri kendi alanında kıymetli işler yapıyor.
Ancak Avrupa genelinde yaşayan Türk toplumunun zengin yapısını, farklı ülkelerdeki kültürel, hukuki ve sosyal gerçekliğini kuşatacak; bu toplumu hem içeriden anlayan hem dışarıya anlatabilen bağımsız, katılımcı ve stratejik düşünce kuruluşlarına ihtiyaç duyuluyor.
Geçmişte de bu yönde atılmış kıymetli adımlar oldu elbette. Çeşitli düşünce grupları, dernekler, inisiyatifler farklı zamanlarda bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Ancak ne yazık ki bu yapılar, gereken ilgi ve kurumsal desteği göremedi; istikrarlı ve kapsayıcı bir çizgiye kavuşamadı. Bugün hâlâ bu çabanın var olduğunu ama ortak bir zemin ihtiyacının da sürdüğünü görüyoruz.
Avrupa’nın dört bir yanında üniversitelerde görev alan, sosyolojiden hukuka, eğitimden medyaya birçok alanda uzmanlaşmış Türk akademisyenlerimizin varlığını biliyoruz. Bu insanlarımız Avrupa’nın farklı ülkelerinde hem yaşadıkları toplumun dinamiklerine hâkim hem de bizim toplumsal ihtiyaçlarımızı derinden tanıyorlar.
Bahsettiğimiz düşünce kuruluşlarının varlığı, sadece bugünümüzü anlamak için değil, geleceğimizi güvenle kurabilmek için de hayati öneme sahip. Araştırmaya ve bilimsel veriye dayanan her cümle, Avrupa’daki politikacı ve siyasetçilerde karşılık bulmasa da burada yaşayan Türk toplumunun kendini ifade etme gücünü ve itibarını artırır.
Toplum olarak enerjimiz var. Emek veren kurumlarımız var. Şimdi ihtiyaç duyulan şey, bu çabaları birleştirecek bir akıl merkezi… bir düşünsel odak noktası… Bizi bizden dinleyen, ama aynı zamanda bizi başkalarına da anlatabilen bir yapı… Sadece olaylara tepki vermekle yetinmeyen, gündem oluşturan, geleceği öngören bir vizyon…
Belki çok büyük bir adım değil bu. Belki sadece bir masa, birkaç sandalye, bir ekip ruhuyla başlayacak bir çaba… Ama o masa etrafında yazılacak her cümle, geleceğe not olarak kalacak. Ve belki torunlarımız bir gün kendi toplumlarını yazarken “Nereden başlasam?” demeyecekler.
Çünkü o zaman, artık yazılmış bir hikâyeleri olacak. Bizim sesimizden, bizim kalemimizden çıkmış bir hikâye.
Ekrem Şahin
İletişim ve Yönetim Danışmanı