Bazen insan bu dünyada varlığına bir anlam ve bir değer katmak istiyor. Bazen kendini topluma ait hissetmek, bazen de yalnız olmadığını bilmek… Kimi zaman yeni bir ülkeye adım attığımızda, kimi zaman da yıllardır yaşadığımız yerde köklerimizi sağlamlaştırmak istediğimizde bu his daha da belirginleşiyor. İşte tam bu noktada sivil toplum kuruluşlarının önemi ortaya çıkıyor. Almanya’daki Türk toplumu için dernekler, vakıflar, yardım kuruluşları sadece bir tabela değil, adeta birer yuva oluyor.

Çocukluğumuzdan hatırlıyoruz… Bayram sabahlarında büyüklerimizin ellerini öpmek için sıraya girdiğimiz o güzel günleri. Ya da bir düğün salonunda, hep birlikte aynı şarkıya eşlik ettiğimiz anları. İşte o kültür, o bağ, yıllar geçse de kopmasın diye sivil toplum kuruluşları ayakta duruyor. Kimimiz farkında bile olmadan bir yardım kampanyasına destek veriyor, kimimiz gönüllü olarak bir etkinlik düzenliyor. Ama bir şekilde bu çarkın içinde bir iz bırakıyoruz.

Bir derneğin kapısından içeri adım attığımızda, belki bizi hiç tanımayan birileri sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor. Onlarla ortak bir geçmişimiz var çünkü. Belki memleketimiz aynı, belki de sadece aynı dili konuşmanın verdiği rahatlık bizi birbirimize yaklaştırıyor. İşte tam da bu yüzden, dernekler sadece etkinlik düzenleyen kuruluşlar değil, aynı zamanda insanları birbirine bağlayan güçlü bir ağ hâline geliyor.

Eğitim, kültür, dayanışma… Bunlar büyük laflar gibi görünüyor ama aslında hayatımızın tam ortasında duruyor. Çocuğumuza Türkçe öğretebileceğimiz bir kurs mu arıyoruz? Belki de iş dünyasında bize rehberlik edecek birine ihtiyacımız var. Ya da bazen sadece bir çay içip, iki çift laf etmek için bir yere uğramak istiyoruz. İşte tüm bunların cevabı, toplumu ayakta tutan o görünmez kahramanlarda saklı: Yani “Sivil Toplum Kuruluşu” dediğimiz yapılarda.

Ama bir şey var ki sanki unutuluyor… Bu kuruluşlar kendiliğinden var olmuyor. Onları ayakta tutan, içine ruh katan insanlar var olmalı. Yani bizler. Eğer bu toplumun bir parçasıysak, onun güçlenmesi için de bir şeyler yapmamız gerekiyor. Kültürümüzü yaşatmak, çocuklarımıza aidiyet duygusu kazandırmak, birbirimize destek olmak için taşın altına elimizi koymamız şart. Çünkü yarın, bugün yaptıklarımızla şekilleniyor.

Bugüne kadar bir STK’nın kapısını hiç çalmadıysak, belki de şimdi tam zamanı. İçinde bulunduğumuz topluma katkı sağlamak, yeni insanlarla tanışmak ve birlikte bir şeyler başarmak için küçük bir adım atmamız yeterli. Çünkü bu toplumu güçlü kılan şey, içinde yaşayan insanların birbirine duyduğu bağlılık ve dayanışma oluyor.

Ama belki de işin en önemli noktalarından biri şu: Yaşadığımız toplumda siyasi ve hukuki haklarımızı savunmak, söz sahibi olmak için sivil alanda var olmak gerekiyor. Eğer birey olarak toplum içinde kendimizi görünür kılamazsak, siyasal olarak da var olamayız. Siyasal varlık önce sivil alanda kendini göstermekten geçiyor. Bireysel çabalar elbette önemli ama güçlü bir toplumu ayakta tutan şey, organize olmuş, bilinçli hareket eden insanlardır. Bu yüzden Türk toplumu olarak derneklerde, vakıflarda, platformlarda yer almak, sadece bugünümüz için değil, yarınımız için de bir zorunluluk hâline geliyor.

Sonuçta hepimiz burada, aynı gökyüzünün altında bir hikâye yazıyoruz. Gelin, bu hikâyeyi birlikte daha anlamlı kılalım.

Ekrem Şahin
Yönetim ve İletişim Danışmanı